Firma Adı | İletişim | Konum | ||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
DOĞU BATI YAYINLARI - TAŞKIN TAKIŞ
Kültür Mahallesi Becerikli Sokak 20/5 / Çankaya / ANKARA / TÜRKİYE
|
İletişim: +90 312 425 6864 |
Salon: 7-8
Stant: 786-821
|
||||||||||||
Ürün Grupları | ||||||||||||||
|
- Firma Hakkında
- Ürünler
- Firma Temsilcilikleri
- Firmanın Markaları
Doğu Batı, üç ayda bir yayımlanan akademik ve entelektüel bir düşünce dergisidir. Başlangıçta dergi olarak 1997 yılında yayın hayatına adım atan Doğu Batı, Türkiye de farklı kesimlerin takip ettiği ve yazdığı, önemli düşünsel odaklardan birini oluşturmaktadır. Entelektüel bakımdan bir hayli zengin tartışmalara yer açan ve alanında önemli bir boşluğu dolduran dergi, zamanla sosyal bilimler alanında felsefe, sosyoloji ve siyaset bilimi meraklılarının vazgeçemeyeceği bir kaynak haline dönüşmüştür. Doğu Batı dergisi 2022 yılına ulaştığında, düzenli olarak 98 sayı yayımlama başarısını göstermiştir. Türkiye de entelektüel mecraya önemli bir katkıda bulunan uzun soluklu bu çalışmanın birçok sayısının baskısı yeniden yapılmıştır. Doğu Batı Yayınları 2003 yılında ise ilk kitabını çıkarmıştır. Yayınevi, daha çok klasik temel metinlere kapı aralamıştır. Bugüne kadar sosyal bilimler alanında yaklaşık 300 ün üzerinde kitap yayımlayan yayınevi, Arthur Schopenhauer, Fernand Braudel, Johann Gottfried Herder, Friedrich Wilhelm Joseph Schelling, Giambattista Vico, Marc Bloch, Lucien Lévy-Bruhl, Henri Bergson, Jean Baudrillard, Søren Kiekegard, Wener Sombart, Julien Benda, Jacques Le Goff, Alexis De Tocqueville, Vilfredo Pareto gibi isimler başta olmak üzere batı düşüncesinin temel isimlerini Türkçeye kazandırmıştır. Bunun yanında Halil İnalcık, Hilmi Ziya Ülken, Takiyettin Mengüşoğlu, Arda Denkel gibi Türk düşünce tarihinin önemli yazarlarına yer vermektedir. Yayınevi nin merkezi Ankara dır. Doğu Batı dergisinin bugüne kadar çıkarmış olduğu tüm sayıları, kitapları ve hazırladıkları özel posterler Türkiye nin birçok iline ulaşmaktadır.
Türkiye de düşünce çevrelerinin Spinoza ile tanışıklığı ne mutlu ki erken yıllara rastlar. Spinoza nın Avrupa da yeniden keşfedildiği yıllardan önce, henüz 1945 te, Etika nın tam metin çevirisi Hilmi Ziya Ülken tarafından yapılır. Bu girişim, Spinoza nın felsefesini anlamaya yönelik kararlı adımlardan ilkidir ve Spinoza etkisi o gün bugündür neşesini ve canlılığını sürdürmektedir. Ülken, Etika ya yazdığı önsözde felsefe tarihinde son derece özgün bir isimle karşı karşıya olduğumuzu belirtir. Varlıkları sonsuzluğun bakışı altında özgürce tanımayı bize teklif eden birinin felsefesini herhangi bir şekilde yorumlamak mümkün mü? Belki Etika nın beş bölümü bir dramın beş perdesine benzetilebilir. İlk iki bölümde geometrik bir sırayla kavramlar tanımlanır, düzenlenir ve birbirleriyle ilişkileri gösterilerek, klasik felsefenin temel akıl yürütmeleriyle perde açılır: Tanrı, insan, tabiat, ruh ve beden... (Önermelerden sonra gelen notlar, kanıtlama ve açıklamalarla düşünceler pekiştirilir). Üçüncü bölümde muhtemelen Spinoza yı günümüze ulaştıran ve Etika yı başucu bir kitap kılan Duyguların Tanımlanışı bölümüne geçilir. Sevinç, keder, kin, gurur, alay, hor görme, haset dolu insanlar, yüce gönüllülük, arzu ve hazlar vb. birçok iyi ve kötü duygu arasında yaşadığımız dünyanın hakiki özü betimlenir. Dördüncü ve beşinci bölümler, insanı güçsüz kılan edilgin (pasif) kılan duygulanışlar (passion), sonsuz akıl ve özgürlük üzerinedir. Etika, özetle, tüm güçlükler ve ruhsal dalgalanışlar (kararsızlıklar) arasında yürüdüğümüz yolun ne kadar zahmetli olduğunu defalarca hatırlatır fakat yalnızca aklın rehberliğinde erdeme ulaşabileceğimizi de bize öğütler. Gözden geçirilmiş 13. basımını sunduğumuz Etika nın bu ilk çevirisi, Spinoza nın hiç tükenmeyen neşesine ortak olma çağrısıdır.
İmparatorluk Tasavvurları tarihin en can alıcı meselelerini doğrudan günümüze taşıyan bir eserdir. İmparatorlukların farklı tarihsel gelişimlerini ortak bir zeminde düşünmemizi sağlayan senteze dayalı ve son derece kapsamlı bir çalışmadır. Krishan Kumar en temelde şu soruları sorar: İmparatorluklar nasıl idare edilir? İmparatorluğu idare edenler, fethettikleri halkları nasıl bu kadar uzun süre ve başarıyla bir arada tutabildiler? Emperyal düşüncenin kültürel ve dinsel farklılığa bakışı neydi? Bu, kurucu halkların kendi kimliklerine yönelik de bir soruydu. Ulusal farklılıkların üzerinde bir imparatorluk kimliği ve aidiyetinin yaratılması, bütün imparatorlukların temel gayesiydi. İlhamını Roma dan alan bütün halkların imparatorluk vatandaşları haline getirilmesi hayali, nihayetinde başarısızlığa uğrasa da, buradaki beş imparatorluğun içinden geçmek zorunda kaldıkları büyük tarihsel bir imtihandır. Ulus-devletlerden farklı olarak imparatorluk iddiası evrensel bir iddiadır. İster din, ister medeniyet, ister bir siyasi ideoloji olsun, kendi halklarını evrensel bir misyon etrafında örgütleyebilmişlerdir. Dolayısıyla bu imparatorluk misyonu ve anlatısının kaybı, birçok ulus-devletin tarihinin ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Miadını doldurduğu söylenen imparatorluğun, halkların kolektif kimliklerindeki yeri nedir? İmparatorluklar gerçekten öldü mü yoksa yeni yaşam biçimleri mi kazanıyor? Göç krizi, küreselleşme, yükselen popülizm gibi güncel olguları anlamakta imparatorluklar faydalı tarihsel araçlar olabilir mi? İmparatorlukların yükseliş ve çöküşlerinden çıkarılacak olumlu dersler var mıdır? Osmanlı Devleti nin de dâhil olduğu Avrupa nın beş büyük imparatorluğunun karşılaştırıldığı bu devasa çalışma, bu sorulardan hareketle, günümüzün en yakıcı meselelerine de değiniyor.
20. yüzyılın Ortaçağ a dönük aydınlık ve bilge yüzü olan Fransız düşünür Étienne Gilson, bu dönemin kültürünü daha yakından tanımak isteyenlerin başlıca kaynağıdır. Batı düşüncesine yeni bir soluk katan Ortaçağ, uzun süre karanlık ve geri bir zaman dilimi olarak nitelendirilmiştir. Gelgelelim Platon ve Aristoteles ile doruk noktasına ulaşan Antikçağ felsefesini, çağdaşı İslâm medeniyetini ve Yahudi düşüncesini felsefesine katmayı başlıca hedefi haline getiren Ortaçağ düşüncesi, Gilson un bu başyapıtıyla tüm görkemine ulaşmaktadır. Ortaçağ felsefesi tarihini, içinden çıktığı teolojik köklerden soyutlayarak ele almak, tarihsel gerçekliğe sırtını dönmek ve açıkçası onu pek de bilmemektir. Bu döneme nüfuz etmek, her şeyden önce teologların kaleme aldıkları metinlere, birincil kaynaklara, elyazmalarına yani bugün Ortaçağ felsefesi olarak adlandırdığımız büyük felsefenin yeşerdiği satırların içinde uzun bir yolculuğa çıkmakla mümkündür. Sorbonne un Ortaçağ felsefesi uzmanı, Académie Française üyesi Étienne Gilson, bu kitabında aklın büyük ustaları ile imanın şövalyeleri ni bir araya getirmekte; akıl, metafizik, felsefe, teoloji, inanç ve skolastik düşünce üzerine yapılan en temel tartışmalara yer vermektedir. Étienne Gilson un Ortaçağ da Felsefesi modern insan için çağların en gizemlisine tüm derinliğiyle ışık tutmaktadır.
Aşk Ahlâkı Türk düşüncesinde bir heyecanı ve ideali dile getiren yapıtların başında gelir. İlk kez 1931 yılında yayımlanan kitap o günden bugüne geniş bir kesimin odağında yer almıştır. Aşk Ahlâkı nı klasik yapıtlar arasında saymamız gereken neden, hiç kuşkusuz bireyin tek başına verdiği mücadeleye tanıklık etmesidir. Bu mücadele aynı zamanda bir uyanış ve meydan okuma, kalabalıkların kör kuvvet ve arzularına kesinlikle teslim olmama ve nihayetinde kendine dönebilme becerisi, kendi sesini ve şarkısını duyabilme yetisidir. Cumhuriyet in ilk yıllarında genç Hilmi Ziya, özgün düşünce dünyasını sabit ve akademik bir çevreye hapsetmemiş, bireyden başlayıp evrensele doğru adım adım ilerleyen bir arayışın izlerini sürmüş, insanlığın ideallerini daha bağımsız ve özgür bir ütopya etrafında kurmayı önemsemiştir. Ülken, bu kitaptaki amacının, bir yerde, İsa ile Nietzsche yi buluşturmak olduğunu belirtmesi bile ne derece geniş bir ufka yelken açtığını gösterir. Bu bakış ayrıca, yüksek ideallerle dolu kitapların yazgısını taşıdığı üzere halka rağmen halk için verilen bir mücadeleyi gerekli kılmıştır. Aşk Ahlâkı nın hemen her satırında kendini aşma çabasına, her ne koşulda olursa olsun erdem yolundan dönmeyen ve Spinozacı anlamda daima akılla beslenen bir tutkuya (passion) tanık oluruz. İnsan zincirler içinde uyanır; fakat kendi çabalarıyla bu zincirleri birer birer kırarak, büyük emekler ve kurbanlar karşılığında hürriyetini kazanır.
Herder gelecekte yazmayı tasarladığı başyapıtı için günlüğüne şu notları kaydedecektir: İnsan türü üzerine nasıl bir yapıt! İnsan ruhu üzerine! Dünyanın kültürü! Bütün mekânların! Zamanların! Halkların! Güçlerin! Karışımların! Biçimlerin kültürü! Asya dini!... Yunan a dair her şey! Roma ya dair her şey! Kuzey dinleri, hukuku, töreleri, savaş, onur! Papalık dönemi, keşişler, bilgelik!.. Çin, Japon politikası! Yeni bir dünyanın doğa öğretisi! Amerikan töreleri vs. İnsanlığın eğitiminin evrensel tarihi! Bu amaçla romantikler arasında farklı iklimlere ve kültürlere açılan ilk düşünürdür o. Tarih felsefesi, dil felsefesi, çalışkanlık ve deha kavramı, tanrısallık, doğanın organizasyonu ve işbirliği, uygarlık tarihi alanlarında sürekli kendisine dönülen bu eser, Hegel dâhil birçok filozofu derinden etkileyecektir. Herder e göre mitoloji, şiir, folklor, halk şarkıları, masallar ve efsaneler, örf ve gelenekler bir ulusun gerçek yaratıcı kuvvetleridir. Sanat ve uygarlık bu kökler sayesinde gelişir ve serpilir. Herder, ulusal geleneklere eğilirken dar bir yurtseverlik sergilemez, bunların yaratıcılık için en değerli ilham kaynakları olduğunu belirtir. İnsanlığın zenginliğini, kültürlerin çeşitliliğini taçlandırmak ister. Tüm çağların ve toplumların aynı düzlemde topyekûn değerlendirilmesine karşıdır. Esasen her çağ ve her kuşak kendi bulunduğu koşullar içinde geçmişini yeniden yorumlamak durumundadır. Tarih doğal olgulardaki gibi bir süreklilik ve tekrarlardan oluşmaz. Onun kendisine özgü bir kavrayışı ve derinliği vardır. Herder in Tarih Felsefesi ni okurken her sayfada şu soru zihnimizin bir köşesinde yer edinir: Dünyada her şeyin bir felsefesi ve bilimi varken bizi en yakından ilgilendiren genel insanlık tarihinin de bir felsefesi ve bilimi olamaz mı?
Schopenhauer ın Einstein dan Schrödinger e, Nietzsche den Wittgenstein a, Wagner den Mahler e, Tolstoy dan Beckett a günümüz kültür dünyasını şekillendiren pek çok kişiyi etkileyen ve felsefe tarihinin başyapıtlarından biri olan İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya sı, birinci basımının ardından iki yüzyıl sonra nihayet ilk kez tam metin çevirisiyle Türkçede yeniden doğuyor. Görkemli bir manzaraya şahit olmak için insanın tırmanmayı göze aldığı yücelikler vardır. Bu yolculukta yükseklere çıktıkça havanın gitgide daha ince bir hal alarak keskinleşip serinlemesi kişiyi canlandırır ve manzara da ona yavaş yavaş açılmaya başlar. Artık aşağılarda kalan çarşı pazarların ve hesap çıkarların dünyasının gürültüsü buraya ulaşamaz; zirvede ise sükûnet, huzur ve anlayışı da beraberinde getiren tanrısal bir gözden manzaraya şahit olunur. Schopenhauer felsefesinin merkezindeki İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya yı okumak da tıpkı bu şekilde dört ara aşamalı bir tırmanış güzergâhında olmak gibidir. Her adımda dünyayı deneyimin ve bilimin nesnesi olarak idrak ediş, aklın başarabileceklerinin sınırları, beden ve dünya bağı, dünyaya arzu temelli bağların sanatta ve varlığa bütüncül bakış yoluyla çözülme imkânı açılır ve kitabın şahikasına da son cümleye varmakla ulaşılır. Tüm bunların yanında Kant felsefesinin tamamının en kapsamlı eleştirisi de mevcuttur. A. Onur Aktaş, not düştüğü açıklamalarıyla ve çeviride seçtiği her kavram için hesap verişiyle okuru Schopenhauer ın gerçek felsefesiyle buluşturmaktadır.
Yirmiden fazla dile çevrilen bu kitap, Ortaçağ ın ruhunu keşfetmek isteyenler için yol gösterici bir rehber niteliğinde. Annales Okulu nun ünlü temsilcisi Jacques Le Goff, burada derin bir zihniyet okumasına girişir. Sözü edilen dönem, tümüyle bir karanlıklar çağı mıdır? Le Goff, zamanın ve mekânın gerçek boyutlarından eksiltilemeyeceğini tarihyazımındaki ustalığıyla kanıtlar. Ortaçağ, keşişleri, ruhbanları, savaşçıları, köylüleri, zanaatkârları ile bir yandan yaşam mücadelesi verirken öte yanda köy, şato ve kentler çevresinde bir araya gelmeyi başarmış, dünyevî koşulların ürettiği bilince ortak olmuş, makineyi, saati, üniversiteyi ve ulusları keşfetmiştir: Sivri tonozdan ticari senetlere ve diyalektiğe kadar buluşlar yapılır, teknik alanda ilerlemeler kaydedilir, güncel konjonktürde süreğen açlık ve hastalıkların belirleyiciliği ya da tasarlayabilecekleri tüm ufukları karartan gelecek endişesinin ağırlığına karşın, 13. yüzyılda güzel bir Ortaçağ dan söz etmemizi sağlayan bir dengeye kavuşur... Güzelliğin anlamı ortaya çıkar; saraylı aşkı, belirli bir lüks zevki, bilgilenme isteği öncelikle ilk İtalyan Rönesansı nda yayılmaya başlar, daha sonra aslında karanlık bir çağ değil, Roma İmparatorluğu nun kalıntıları üzerinde yeni bir uygarlığın doğması için bir olgunlaşma zamanı olarak niteleyebileceğimiz Ortaçağ ın son yüzyılında büyük başarı kazanır. Bu olgunlaşma sürecinde yüzyıllar boyu Antikçağ mirasını koruyup geliştiren Arap uygarlığının katkısı ve önce Haçlı Seferleri zamanında oluşan kara ve deniz ağıyla gelişen ilişkiler, daha sonra Bizans ın Türklerin büyük baskısı karşısında gerilemesi ve ortadan kalkması sonucu Avrupa nın bu zengin mirasa yeniden kavuşması göz ardı edilmemelidir. Gözleri gökyüzüne çevrili olsa da toprağı dönüştüren, sembollerle süslenen bir evrene aklı dâhil eden bu çağ, söz ve yazı arasında belirli bir denge kurmuş, cennet ile cehennem arasına arafı yerleştirmiştir. Ortaçağ, dipten gelen zaman ve mekânın hareketleri, yüzeyde görünen durgunluğu ve aradaki çelişkileri ile zamanın asli bir parçası, Batının çocukluğudur. Le Goff un deyimiyle, Uygarlıkların tarihinde, tıpkı bireylerde olduğu gibi çocukluk dönemi belirleyicidir.
Önce halk efsanelerinde, adı meçhule karışmış ozanlar söylediler bu ateşli hikâyeyi. Sonra edebiyatçılar keşfettiler, eski kroniklerin içinde ilginç öyküler ararlarken. Kimler kalemini sivriltmedi ki şeytanla insanın gizli sözleşmesini âdemoğluna fısıldamak için. Ama içlerinde en ölümsüz olanı, müjdeyi ve lâneti tüm ruhları sarsarcasına haykıranı, Goethe nin Faust uydu. Faust, modernitenin trajedisini haber veren ilk büyük yapıt oldu. Kimin kazandığı ve kimin kimi kandırdığı belli olmayan bir irade savaşıydı anlatılan. Hikâyenin özeti şuydu: Şeytan Tanrı ya meydan okudu, savaşın sonunu bile bile. Çünkü yaradılış öyküsünü bilmeyen melek olamazdı. Lâkin kendi öyküsünü unutan insan devreye girdiğinde bu meydan okuma, büyük bir soru işaretine dönüştü. Belki şeytan için değil, ama kesinlikle insan için Şeytan bir soru işareti, ruh bir soru işareti, insan: ardı sıra dizili soru işaretleri Ve insanın yeryüzündeki devr-i dâimi başladığı anda, ruhun üzerine yapılan pazarlıklar ve olası sözleşmelerin de dönemi açıldı. Bu sözleşmeden habersiz hiçbir âdemoğlu olmadı. O, her zaman, pazarlığın bir tarafıydı. Belki de bu yüzden, kendini okumak isteyen herkes, pür dikkat kulak kesildi bu hikâyeye: Kimdir Faust? Şeytan a mı verdi ruhunu? Nasıl bir sözleşmeydi bu? O halde herkesin vâkıf olduğu bir temayı, yaşamı efsaneleşmiş bir karakterin omuzlarına yükleyerek anlatan Goethe ye kulak verelim Tüm yaşamını adadığı ölümsüz eseri Faust a
Türkiye de farklı ekollere mensup birçok araştırmacının üzerinde uzlaştığı nadir isimlerden biri olan Claude Cahen in bu kitabı sosyal ve kültürel tarih üzerine yazılmış klasik eserlerin başında gelir. Cahen, ilkin İslâm toplumlarının gelişim ivmesini harfiyen takip ederek İslâm öncesi ve sonrası toplumların yaşayış ve geleneklerini çözümlemektedir. Kitap boyunca sıkı bir neden ve sonuç zincirinden yazarın kopmadığını görürüz. Tarihsel gerçekler, dil ve terimler konusunda fazlasıyla hassas bir yaklaşım vardır. Birbirinden farklı İslâm toplumlarında en küçük ilişki ağlarının daha karmaşık, güç ve rekabete dayalı büyük yapılara hangi koşullarda evrildiğini göstermek tarihçilik mesleğinin ustalıkları arasındadır. Cahen in temel yaklaşımı da sabit ve dogmatik tezlerden hareket etmek kesinlikle değildir. Bunun yerine kurum ve yapıları araştırmak, gündelik hayatın ta kendisine eğilmek, ekol ve mezhepleri çıkış koşulları içinde değerlendirmek, o dönemdeki toplumların ayırt edici özelliklerinin altını çizmek ve ihtiyaçlara göre uygarlığın içsel dinamiklerini tespit etmek daha kayda değerdir. Böylelikle tıpkı günümüzdeki gibi, yüzyıllar öncesinde de son derece somut ve canlı bir etkileşimin var olduğunu kavrayabiliyoruz. Esasen bu çalışmada Claude Cahen in bir tez olarak okura sunduğu şey, nasıl ki modern zamanlarda Batı tüm dünyayı etkisi altına alan gelişmelerden geçmişse, Doğu toplumları da kısmi ölçülerde benzer bir süreci deneyimlemiştir. Bu yönüyle kitapta filizlenen ve modern döneme zemin hazırlayan birçok parlak gelişmeyle art arda karşılarız: Şehirleşme, mimari, tarım, ticaret, hukuk, vergi sistemi, Batı ya aktarılan çeviriler ve felsefedeki canlı tartışmalar akla gelen ilk örneklerdir.
Avrupa nasıl Avrupalaştı? Bu kitapta, Avrupa yı ve Avrupalılığı yaratan düşüncelerin bir özetini okuyacağız. Jacquline Russ, Avrupa nın soy kütüğünden hareketle, bilhassa her yüzyılın taşıdığı kendine özgü atmosfer üzerinde durmaya çalışmıştır. Pek tabii, yüzyılların zihinlerde belirli bir resmi canlanmazsa kavramlar da içi boş sözcüklere dönüşecektir. Bu senkrenizasyon kaygısından hareketle kitabın yazarı, Antikçağlardan günümüze, Avrupa da ve Avrupa bilincinde yaşanan gelişmeleri, ilerlemeleri, bunalımları, altüst oluşları ve yeniden doğuşları tasvir etmeye çalışmıştır. Latin-Yunan ve Yahudi-Hıristiyan uygarlıklarının bir sentezi olan Avrupa felsefi, sanatsal, dinsel, bilimsel ve toplumsal atılımları, Ortaçağ Aydınlığı nı, Rönesans ı, Aydınlanma Çağı nı, Hümanizmi, Devrimler yüzyılını ve daha birçok bileşeni içine alan uzun bir süreçtir. Filozoflar, din adamları, bilim insanları, sanatçılar, politikacılar, iktidar sahipleri ve halk kitleleri Avrupa yı yaratma yolunda yaşanan büyük maceranın aktörleridir. Bu yolculuk içinde Avrupa nın Grekleşmesi, Latinleşmesi, Romalılaşması, Germenleşmesi, Hıristiyanlaşması ve son kertede modernleşmesi, bir modern batı düşüncesi üretmesi ayrı süreçler, ayrı etkileşimlerdir. Elbette, Platon, Aristoteles, Machiavelli, Hobbes, Descartes, Spinoza, Vico, Montesquieu, Rousseau, Kant ve Hegel gibi düşünürler bu düşünce serüveni içinde olmazsa olmaz bir paye kazanmışlardır.
Firmanın kayıtlı temsilcilik bilgisi bulunmamaktadır.
Firmanın kayıtlı marka bilgisi bulunmamaktadır.